Harran – Şanlıurfa
Yaklaşık 4300 yıllık yazılı tarihi ile, Bereketli Hilal’in kuzey sınırında Mezopotamya’yı Küçük Asya’ya ve Akdeniz’i Pers topraklarına bağlayan ana ticaret yollarının kavşağındaki konumuyla, gizemli ay tanrısı Sin’in kutsal tapınağının memleketi ve Tevrat’a göre tektanrılı dinlerin atası H.Z İbrahim’in uzun yıllar yaşadığı şehir olmasıyla insanlık tarihinin birçok açıdan önemli bir yeridir Harran.
Erken İslami dönemin öne çıkan bilim ve ilim merkezi, eski Yunan filozoflarının geleneklerini devam ettiren Harran felsefe ekolü, Yunanca ve Süryanice eserlerinin Arapça’ya çevrildiği yer, bir dönem dünyanın en ünlü astronomi, tıp, matematik ve mantık merkezi – Harran’ın meşhur akademisi bilimsel üretim ve kültürler arası bilim transfer merkezi olarak Antik Çağ’dan İslam’ın altın çağına geçiş döneminde kilit rol oynadı.
Tamamen tarihin sahnesinden silinmeden Harran’ı başkent yapan son Asur kralı II. Asur-Uballit, Sin tapınağını yeniden inşa ederek kendi düşüşünü hazırlayan son Babil kralı Nabonid, Harran’ı başkent olarak seçen son Emevi Halifesi II.Mervan, Harran’da Roma tarihinin en ezici yenilgisine uğrayan general Crassus ve Harran civarında katledilen Roma imparatoru Caracallagibi örneklerde görüldüğü üzere Harran zaman içinde birçok liderin felaketine de tanıklık etmiştir.
Son olaraken büyük yenilgiyi Harran’ın kendisi gördü: 13’üncü yüzyılda Moğol orduları Harran’ı ellerinde tutamayacağını anlayınca şehri yıkıp yaktıktan sonra terk etti…Ünlü seyyah Evliya Çelebi onyedinci yüzyılda Harran’a uğradıktan sonra ‘Şehir harap, evler toprak olup kalesinde insanoğlu kalmamıştır’ diye yazmış.
Bugünkü Harran ziyaretçisinin gördüğü tablo Evliya Çelebi’ninki kadar dehşet verici olmasa da burasının bir zamanlar fil bolluğundan dolayı Asur kralı Tiglat-Pileser’in beğenisini kazandığını veya Roma gezginlerinin Harran’ın badem, kavak ve çınar ağaçlarının hoş gölgesinde dinlendiklerini hayal etmesi zordur.
Moğolların yıkımı yetmiyormuş gibi Harran’ın hayat damarı, Cüllab ve Deysan ırmaklarıda zaman içinde kurumuş ve eskiden bereketi bol olan ova susuz kalmıştır.Ancak 1996’da GAP projesi çerçevesinde Fırat’ın suları kanallarla Harran’a kadar geldikten sonra ‘beyaz altın’, yani pamuk sayesinde Harranlı toprak sahipleri son 20 yılda belli bir zenginliğe kavuştu.
Antik şehrin etrafını saran Ortaçağ surları, erken İslam dönemine ait kalesi, Ulu Camii’nin doğu cephesi iledikdörtgen planlı minare Harran’ın görkemli geçmişinin ayakta kalan son tanıkları. Bölgede binlerce yıldan beri kullanıldığı tahmin edilen, ancak mevcut örnekleri 150-200 yıldan eski olmayan konik kubbeli Harran evleri ise bugün şehre gelen turistlerin en çok ilgisini çeken yapılardır.
Ancak görünen kalıntıların arkasındaki görünmeyen tarihi Harran’a hala gizemli bir hava katmaktadır. Ayakta olan Halep kapısından Harran Höyüğüne çıkmak, uçsuz bucaksız harabe alanına bakarak Müslüman dünyasının bir zamanında en ünlü bilginlerin nerede derslerini verdiklerini tahayyül etmenin ayrı bir cazibesi vardır. Geçmişle ilgili düşüncelere dalmışken belki sahipsiz bir at koşarak geçer veya rengarenk kadife elbisesi ve gümüş işlemeli puşusuyla bir Harranlı kadın koyun sürüsü ile yaklaşır. Harran… şimdiki zamanı bile sanki bir peri masalından çıkmış gibidir!
Harran Kalesi
Şehrin güney doğusunda yer alan İçkale, surların o kesimdeki parçasını oluşturmaktadır.
Hemen hemen bütün kaynaklar, kalenin yerinde bir Sabii mabedinin bulunduğundan söz etmektedirler. İslâm kaynaklarında kaleden ilk kez bahseden el Mukaddesi (h. 4.-m. 10. asır) burasının Kudüs kalesi gibi taştan yapıldığını, güzel ve sağlam olduğunu söylemektedir.
XVII. yüzyılın ortalarında Harran’ı ziyaret eden Evliya Çelebi Harran Kalesi için, “Urfa’dan güney tarafında 9 saat giderek Harran Kalesi’ne geldik. Burayı da Nemrud yapmıştır. Çöl içinde gayet sağlam bir kaledir. Beşgen şeklinde olup sanki usta elinden yeni çıkmış gibidir” demektedir.
Düzensiz dikdörtgen planındaki Harran Kalesi’nin dört köşesinde onikigen birer kule bulunmaktadır. Bunlardan kuzey batıdaki kule tamamen yıkılmıştır. Güney doğudaki kulenin dış kısmı yıkılmış olup iç kısmı ayaktadır. Güney batıdaki ve kuzey doğudaki kuleler ise kısmen ayaktadır.
BAZDA MAĞARALARI
Harran-Han el-Ba’rür yolunun 15. ve 16. km.’lerinde, yolun solunda ve sağındaki dağlarda tarihi taş ocakları bulunmaktadır.
Bunlardan 16. km.’de, yolun sağındaki köy içersinde “Bazda”, “Albazdu”, “Elbazde” yada “Bozdağ” Mağarları adıyla anılan iki taş ocağı görülmeye değer özellikler taşımaktadır. Çevredeki Harran, Şuayb Şehri ve Han el-Ba’rür yapıları için yüzlerce sene taş alınması neticesinde her iki mağara çok sayıda meydan, tünel ve galeriler meydana gelmiştir. Bunlardan bilhassa büyük olanı, yer yer iki katlı bir şekilde oyulmuş ve yükseklikleri 10-15 metreye varan ayaklar bırakılarak ortada meydanlar oluşturulmuştur. Ayrıca uzun galeri ve tünellerle dağın çeşitli yönlerine doğru çıkışlar sağlanmıştır. Çok geniş bir alana yayılan dağın dış cephelerinde taş kesilmesi nedeniyle büyük oyuklar meydana gelmiştir. Anadolu’nun belki de en büyük en gizemli ve gezilmeye değer bu tarihi taş ocağının belli bölümlerinin 1250 yılında “Abdurrahman el-Hakkâri”, “Muhammed İbni Bakır”, “Muhammed el-Uzzar” gibi şahıslar tarafından işletildiği, kayalara yazılmış Arapça kitabelerden anlaşılmaktadır.